Köşe Yazısı

“Yemeğini Yediği Çanağa Tükürmeyenlerin Hikâyesi”…(Remzi Hayta Yazdı )

Kıskançlık, insan ruhunun en karanlık köşelerinden doğan ve toplumun huzurunu bozan bir hastalıktır. Bu duygu, bir başkasının başarısına gölge düşürmek, onun elde ettiği sevgiyi hazmedememek ve kendi eksikliklerini örtbas etmek için sergilenen bir tavırdır. Kedi çiçeğe ulaşamadığında, onu koklamaz; kıskanç kişi de ulaşamadığı sevgiyi küçümseyerek yok etmeye çalışır. Ancak bilmez ki, bu tavır kendi kalbindeki sevgisizliği ve nefreti daha da büyütür.

“Yemeğini Yediği Çanağa Tükürmeyenlerin Hikâyesi”…(Remzi Hayta Yazdı )

Ben, 43 yıllık gazetecilik hayatım boyunca, kıskançlıktan ve hasetten uzak durarak, mesleğime olan aşkımı ilk günkü saflığıyla korumaya çalıştım. Hiç kimsenin malında, mülkünde, parasında gözüm olmadı. Kimsenin ekmeğiyle oynamadım, merdiven altı gazetecilik yapmadım. Bu mesleğe olan sevgim ve adanmışlığım, çileyle yoğruldu; yokluk içinde bile dürüstlüğümden taviz vermedim. Kendi ofisimde yıllardır misafirlerimi, atalarımdan öğrendiğim misafirperverlik anlayışıyla ağırladım ve ağırlamaya devam edeceğim.

Hayatlarında fakire, fukaraya yardım etmemiş; elindeki imkânları sadece kendi çıkarlarına kullanan bu kişiler, “Bu nasıl bu kadar seviliyor, bunun önünü keselim” diye kıskançlık krizlerine giriyor. Kendi vicdanlarıyla hesaplaşmayanlar, toplumda sevgi ve saygı kazanan birini gördüklerinde içlerindeki öfkeyi daha da büyütüyorlar. Oysa sevgi, nefretin ve kıskançlığın boynunu büker, çünkü “gerçek sevgi kalpten gelir; satın alınamaz, ödünç verilemez.”

Peki, ben nasıl seviliyorum? Neden seviliyorum? Çünkü ben, hayatım boyunca yemek yediğim çanağa tükürmedim. Asla nankör olmadım. Nankörlük, karaktersiz insanların özelliğidir ve nankör bir insan, iyilik nedir bilmez; Allah korkusunu da kalbinde taşımaz. Aile terbiyem ve meslek ahlakım gereği, her zaman saygıyı ön planda tuttum. Önce insan oldum, sonra gazeteci. Ahde vefa, benim için bir erdemdir. Birinin ekmeğini yediysem, boğazımdan geçtiyse, geçmişte bana dünyanın en büyük kötülüğünü de yapmış olsa sesim çıkmaz, sadece uzaklaşırım; onun mayasıyla bir olmam.

Meslek hayatımda belki çok para kazanmadım, ama çok şükür ki şeref kazandım, itibar kazandım, onur kazandım. Bu servet, çocuklarıma bırakabileceğim en büyük mirastır. Onur ve şeref, parayla ölçülemez; bu değerler insanın kalbinde, ruhunda saklıdır. Sizin gibi satılık bir baba, iftira atan, milletin günahını alan bir insan olacağıma, hiç olmayayım daha iyi. Siz çocuklarınıza ne bırakırsanız bırakın; benim çocuklarıma bıraktığım miras,” dürüstlük ve haysiyettir. “

Ben Allah korkusunu bilen bir insanım. Haram lokmayı Allah bana da, çocuklarıma da nasip etmesin. İki yılda nasıl araba sahibi olduğunuzu, cebinize para girdikten sonra nasıl insanlıktan çıktığınızı herkes biliyor. Bu beni ilgilendirmez; sizin karakter yapınız bu. Mal sahibi olabilirsiniz, ama insan olamadıktan sonra malın ne anlamı var? İnsan, önce kendisiyle hesaplaşmalı, vicdanında sorgulamalı; sonra başkalarına söz söylemeli.

Kıskançlık, insanın kendini kemiren bir kurt gibidir; yavaş yavaş ruhunu çürütür. Bu duygudan arınmak, insanın kendine yapabileceği en büyük iyiliktir. Çünkü sevgi, her zaman kazandırır; kıskançlık ise her zaman kaybettirir. Gerçek mutluluğu, başkasının başarısında bulmak; gerçek sevgiyle kalpten kalbe köprüler kurmaktır.

Unutmayalım ki hayat, bir imtihan yeridir. Herkes bir gün kendi yaptıklarının hesabını verecek. O hesap gününde, kibir ve kıskançlıkla dolu olanlar değil; sevgi, dürüstlük ve merhametle dolu olanlar kazançlı çıkacaktır. Gerçek zenginlik, kalpte ve ruhun derinliklerinde saklıdır; malda, mülkte değil.

Ve bu dünyada sevgi, her şeyden daha değerlidir. İnsan, sevildikçe güzelleşir; kıskandıkça çirkinleşir. Kalbinizdeki sevgiye ve merhamete sarılın; kıskançlığa değil. Çünkü sevgiyle büyüyen her şey, bir gün mutlaka çiçek açar.  REMZİ HAYTA-MALATYA FLAŞ HABER

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL