Vaktiyle bir adam, dost bildiği biriyle aynı sofrada ekmeğini bölüşür, derdini paylaşır, ona kardeş gözüyle bakarmış. Bir gün, o dostu sırtını döndüğünde, aniden değişmiş. O güne dek candan sarıldığı, en zor zamanlarında yanında olduğu insan, bir selamı bile esirger olmuş. Adam, başını önüne eğip yüreğinde bir yangınla sormuş kendi kendine: “Ben mi yanlış yaptım, yoksa dostluk bu kadar mıymış?”
Aradan yıllar geçmiş… Bir gün o dost, dara düşüp kapısını çaldığında adam ona yine tebessümle bakıp sofraya buyur etmiş. Çünkü bazıları vefasızlık etse de, insan, insanlığını kaybetmemeli…
İşte hayat budur. Sen vefayı, dostluğu, sadakati bilir, gereğini yaparsın; karşındaki kıymet bilmiyorsa sen üzülme. Bırak, kaybeden o olsun.
Yine bir vakit, bir genç yaşlı bir adamın elini öper, ona hürmetle diz çöküp sohbet ederken bir grup insan ona güler, “Neden bu eski adetleri sürdürüyor, büyüklerin elini öpüyorsun?” derlermiş. Genç, hafifçe tebessüm edip şöyle demiş: “Çünkü ben geçmişime sahip çıkmazsam, geleceğimi kaybederim.”
O yaşlı adam ise yıllar sonra vefat ettiğinde, arkasından gözyaşı döken o genç olmuş. Ama ona gülenler, o gün başka şeylerin peşine düşüp büyüklerini unutmuş…
Sen eğer “ata, dede, aile” diye değer verdiklerine saygı gösteriyorsan ama onlar kıymetini bilmiyorsa, sen üzülme. Çünkü toprağın kökü ne kadar derinde ise, ağacı o kadar güçlü olur. Köklerinden kopanlar ise savrulup gider…
Bir gün, eski bir mahallenin köhne bir kahvehanesinde, yıllarını mesleğine adamış bir usta, genç bir çırakla oturuyormuş. Çırak, ustasına sormuş:
“Usta, neden bazı insanlar iyiliğe iyilikle karşılık vermez?”
Usta, bir an durup çayından bir yudum almış, sonra sakince cevaplamış:
“Evlat, herkes yüreğindeki kadarını verir. Sen birine su verirken, o sana çamur atıyorsa, sen üzülme. Çünkü senin elinde su vardı, onun elinde ise ancak çamur.”
İşte bu yüzden, sen iyilik ediyorsan, insanları mutlu etmek için elinden geleni yapıyorsan ama karşındaki bunun kıymetini bilmiyorsa, sen üzülme. Bırak, kaybeden o olsun.
Bir rivayet anlatılır… Günlerden bir gün, vaktiyle zenginlik içinde yüzen, herkesin etrafında pervane olduğu biri, malını mülkünü kaybetmiş. Eskiden kapısında kuyruğa girenler, şimdi yanından bile geçmez olmuş. Öyle ki, bir gün eski dost bildiklerinden birini sokakta görmüş, elini uzatıp selam vermek istemiş, fakat karşısındaki başını çevirip görmezden gelmiş. Adam o an anlamış ki, bazı insanlar dostu değil, onun cebindekini severmiş…
İşte, makam, mevki, para, servet gelip geçer. Sen insanlığı her şeyin önüne koyuyorsan ama onlar zenginliğin, gücün gölgesinde gurur sarhoşu olmuşsa, sen üzülme. Çünkü asıl servet, geride bırakacağın güzel bir isimdir.
Ve bazen hayat, insana dersini ağır verir… Eski zamanlarda bir köyde yaşlı bir bilge varmış. Köy halkı ona saygıyla yaklaşır, her derdinde onun kapısını çalarmış. Fakat zaman değiştikçe, insanlar o bilgenin sözlerine kulak vermemeye başlamış. Bilge, günden güne yalnızlaşmış ama üzülmemiş. Bir gün yanına gelen gençlerden biri sormuş:
“Bunca insan seni unuttu, peki sen neden üzülmüyorsun?”
Bilge hafifçe gülümsemiş ve demiş ki:
“Evlat, ben kaybetmedim. Beni unutanlar, kıymetimi bilemeyenler kaybetti. Çünkü bir gün, öğütlerime ihtiyaç duyduklarında ben burada olmayacağım.”
İşte hayat böyledir… Bazen susarsın, bazen içinden kırılırsın, bazen öfkeni yüreğine gömersin. Ama yine de doğru bildiğinden vazgeçmezsin. Çünkü asıl kaybedenler, senin kıymetini bilmeyenlerdir.
Bu mübarek Ramazan ayında herkes insan olduğunu, gerçek dostlukların kıymetini anlasın. Belki bir gün, geç olmadan… REMZİ HAYTA–
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)