Köşe Yazısı

Milletin Sesi Mehmet Akif -4- Adnan YILMAZ yazdı…

Değerli Dostlar! 21 Eylül 2020 tarihi pazartesi günü itibariyle Vatan sattında ,yüz yüze eğitim başlayacak. Bu husus ,Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açıklandı .Bütün Okularımız da bazı sınıflar da Bismillah diyecek,..

Milletin Sesi Mehmet Akif -4- Adnan YILMAZ yazdı…

Değerli Dostlar!

21 Eylül 2020 tarihi pazartesi günü itibariyle Vatan sattında ,yüz yüze eğitim başlayacak. Bu husus ,Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açıklandı .Bütün Okularımız da bazı sınıflar da Bismillah diyecek, açılacak inşaallah.

Hayırlara vesile olsun .

Bu süreç ,Sevgili çocuklarımız ve geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimize ;

 

Başöğretmenlerimiz en başta Ailemizin emektarları anne ve babalar ile Okullarımız bizim ikinci evimizdir. Onların mimarları, çocuklarımızı yoğuran.

Mehmet Akif beyin ifadesi ile:

“imanlı,Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.”

saygıdeğer Öğretmenlerimize Selam olsun!

Efendim;

 

“Akif bir tohumdu toprağa düştü; o yeşerecek, filizlenecek ve boy verecektir. Onun ideallerinin ve eserlerinin yaşatılmasının sorumluluğunu almış bir üniversite olarak daha çok mesul olduğumuzun farkındayız. İstiklal Şairimizin adını taşımamızın yüklediği misyon gereği üniversite ve Mehmet Akif Ersoy Uygulama ve Araştırma Merkezimizin Mehmet Akif çalışmalarına öncülük edecek bir kültür merkezi olması yönündeki gayretlerimiz sürmektedir. “

( Burdur Mehmet Akif Üniversitesi Rektörü, Prof.Dr.Adem Korkmaz)

 

Bildiğiniz üzere;

Âkif, toplumun ahlâkî açıdan düzelmesi ve ilerlemesi için eğitime de büyük önem verir. “Dünkü ilmin bile bîgânesiyiz, câhiliyiz”ifadesiyle döneminin din adamlarını ve eğitimcilerini yetersizliklerinden dolayı eleştirmektedir.

 

Eğitimin düzeltilmesi aynı zamanda ahlâk temelli bir medeniyetin inşasını imkanlı kılacaktır. Âkif’in ifadesiyle: “Okuryazarsa ahâli, ne var yapılmayacak?”

 

Mehmed Âkif’e göre bir medeniyetin temelleri ahlâk üzerine yükselmelidir. Bu yenileşme, eski kökler üzerinde yeşeren bir ağaç misali olmalıdır. Âsım şiirinde bu hususu, şu mısralarla vurgulamaktadır:

 

Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir, Göreceksin ki: Bu millette fazîlet en uzun,

En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun, Bur mübârek suyu var, hiç kurumaz: Dîn-i mübîn. Hâdisat etmesin oğlum seni aslâ bedbîn…

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.

Ağacın kökleri mâdem ki derinder cidden,

Dalı kopmuş ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar? O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar, Yükselir, fışkırıp, âfak-ıperişânımıza;

Yine bin vâha serer kavrulan imânımıza.

 

 

Mehmet Akif’in eğitim anlayışının temelini İslâmî bilinç oluşturur. Onun gayesi, içinde bulunduğu toplumu gerçek inanca, erdemli yaşayışa ve doğru bilgiye ulaştırmaktır. Ruh bakımından yücelmiş bir millet, onun asıl hedefidir. Hayatının her döneminde Müslüman duruşunu muhafaza eden Mehmet Akif, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) eğitim anlayışını kendi hayatında uygulamak için büyük çaba sarf etmiştir.

 

Akif’e göre, sosyal gelişme, barış ve terakki için, her şeyden önce aydın- halk arasında sağlıklı bir iletişimin tesisi zaruridir. Bunun gerçekleşmesi için aydın zümre, yenileşme adı altında toplumun dinî değerlerine karşı düşmanlığı sonlandırmalı, toplumun manevi değerlerine uygun olmayan, yabancı düşünce ve siyasi telakkileri dayatmayı terk etmelidir. Ancak böylelikle arzulanan aydın-halk bütünleşmesi sağlanabilecektir.

 

Mehmet Akif, her zaman ve her zeminde, insanlığın fazilet ve onurunu yüceltecek çalışmalar yapmayı düstur edinmiş, mükemmel bir eğitimcidir. Onun eğitimci özelliklerine baktığımız zaman şunları görürüz:

– O, aile içinde çocuklarını insani değerlerle donatmak isteyen eğitici bir babadır.

– Eğitim kurumlarında dil öğreten profesyonel bir öğretmendir.

– Köy ve kasabaları dolaşıp daha verimli hayvan üretmeyi öğreten bir bilim adamıdır.

– Camilerde insanları aydınlatmak üzere vaazlar veren bir hatiptir.

– Milletin İstiklal Savaşı’nda ne yapması gerektiğini anlatan bir dava adamıdır.

Kısacası o, İslâm’la şereflenmiş milletini yüce değerlerle donatmayı amaç edinen gerçek bir eğitimcidir.

 

Mehmet Akif’in eğitim anlayışında cehale- tin yeri yoktur. Cehaleti yok etmenin tek çaresi de bilgiyle donanmaktır. Akif, cehaleti şu şekilde anlatmıştır:

“Cehalet bir hastalıktır. Milletlerin alçal- malarının sebebi, cehalet hastalığıdır. Cehalet, millette din ve namus bırakmamış, İslâm’ın üzerine bir kâbus gibi çökmüş, bize düşmanları üstün kılmıştır. Cehalet hakiki düşmandır, öncelikle öldürülmelidir. Milletimizin düştüğü felaketin başı cehalettir.

Eğitim-öğretim olmadan cehalet hastalığına çare bulunmaz. Çünkü ülkede Kürt, Türk, Arap, Çerkez ve Lazların hiçbiri alfabeyi bilmiyor ve kitap okumuyorlar. Milletin fertleri bilgiden mahrum durumdadırlar.

Çağımızın bilgi çağı olduğu unutulmamalıdır.

Bizlere yazık olsun, yakın zamandaki ilimlerle bile ilgimiz yok.

Çünkü onların cahiliyiz. Millet artık uyanmalıdır.

Yoksa cehaletine kurban gidiyor. İslâm’ı da ‘batsın’ diye cehalete feda ediyor.

 

Allah’tan utan, bari bırak dini elinden de, gireceksen leş gibi topraklara kendin gir. Lakin dini, bilime karşıymış gibi göstererek, bizleri Allah ile susturmak ne anlama geliyor? Allah’tan utanmak gerekiyor; ama utanmak da ancak ilimle olur.”

 

Aynı zamanda bilimin ve teknolojinin kay- nağının Batı olduğunu bizzat yerinde gören Mehmet Akif; milletin bunlara acil ihtiyacının olduğunu, hemen tahsil edilmesi gerektiğini, bu tahsil gerçekleşirken kendi geçmişimizi yok sayıp değerlerimizden uzaklaşmamamızı önemle vurgulamış, bu hususta örnek olarak Japonları göstermiştir.

 

Bilim ve teknolojiyle uğraşmaya dinimizin engel olmadığını, aksine bunlarla uğraşmanın öneminden, faziletinden söz edildiğini, din ve bilimin birbirine karşı ol- mak şöyle dursun, birbirlerine destek olduğunu, gelişmiş ülkeleri örnek göstermek suretiyle ortaya koymuştur.

 

Akif’e göre eğitimin özel sorunları da var- dır; burada birinci unsur olarak aile içi eğitimi görüyoruz.

 

Akif, eğitimin en önemli safhası olan aile içi eğitime büyük önem vermiştir. Baba olarak çocuklarına en etkili eğitimi kendisi vermiştir. Ailede alınan eğitim, çocukların hafızalarının temizliği göz önüne alındığında sonraki eğitimlerin temelini oluşturur.

 

Çocuk, millilik bilincini ve kişiliğini burada geliştirir. Çocuğun temel bilgi, beceri ve alışkanlıkları edinmesinde, geçerli değerleri benimsemesinde ve toplum hayatına uyumunda en güçlü unsurun aile olduğuna şüphe yoktur.

 

Eğitimin ailede başladığını ve gelecek günlerdeki mutluluğun çocukların iyi eğitilmesiyle mümkün olabileceğini şu mısralarla ifade eder:

“Bu cehalet yürümez, asra bakın: Asr-ı ulûm! Başlasın terbiyeniz, ailelerden, oğlum.

Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz!

Fikr-i hürriyeti hazmettiriniz halka biraz!” (Safahat, “Köse İmam”, s. 166)

 

Mehmet Akif, okul öncesi ve okul eğiti- minde aile denetiminin önemini kavramış bir aydındı. Eğitim sürecinde babadan uzak kalmanın çocuk için nelere mal olabileceğinin de farkındaydı.

 

Mısır’da kaldığı yıllarda İstanbul’da baba denetiminden uzak kalan oğlu Emin’in okula devam etmeyip yaramazlık yap- masına çok üzülmüş, onun şahsiyetini etkileyecek hatalar yapabileceğine dair endişelerini dostları ile paylaşmıştı.

 

Mehmet Akif sadece bilgi edinip onları ka- fada tutmanın eğitime bir basamak olan öğretim seviyesinde kalacağını ve sahibine faydalı olmayacağını biliyordu.

Öğretimle elde edilen bilgilerin kişinin karakter gelişmesine yaradığı takdirde eğitim olarak nitelendiğinin farkındaydı.

O, insanı sadece bilgi depolayan cansız kayıt cihazları gibi görmüyordu. İnsanın, edindiği bilgileri medeniyete dönüştürmesini bilen mükemmel canlı olduğuna inanıyordu.

 

“İlim (hikmet) müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.” hadisini düstur kabul eden Mehmet Akif’e göre Türk gençliği, ilmin olduğu her yerde bulunmalıdır.

 

Gerekiyorsa yurt dışına çıkmayı göze almalıdır; ama oralarda sadece ilim alıp onu kendi ve memleketi yararına kul- lanmalıdır. Millî kültüre ters düşecek sefilce davranışlara asla dalmamalıdır. 20. yüzyılın ilk yıllarında yükseköğretim gayesiyle Batı’ya giden Türk gençliğine eğitimin hedeflerini hatırlatıyordu. Türk gençliği Batı’ya kör bir taklitçi olarak değil, genel anlamıyla ilim ve teknik ma- nalarına gelen “marifet” sahibi olmak için gitmelidir. Bu prensibini kendi sözlerinden şöyle duyuyoruz:

 

“Fransız’ın nesi var? Fuhşu bir de ilhadı; Kapıştı bunları yirminci asrın evlâdı!

Ya Almanın nesi var? Zevki okşayan birası; Unuttu ayranı ma’tûhe döndü kahrolası! Heriflerin, hani dünya kadar bedâyi’i var: Ulûmu var, edebiyatı var, sanayisi var. Giden birer avuç olsun getirse memlekete; Döner muhitimiz elbet muhit-i marifete.” (Safahat, “Fatih Kürsüsünde”, s. 326)

Aynı zamanda Mehmet Akif, Türk genç- liğine Batı’ya kendisinin de en üst mertebede temsil ettiği edebiyatı tahsil etmek üzere gitmelerini istemişti. “Edebiyat” iyi tutum, incelik, kibarlık, hayranlık ve takdir manasında kullanılan “edep” kelimesinden türemiştir. “Edebiyat” edeple bağlantılı eserler demektir. Buna göre “edebiyat” insanın duygularını ki- barca ifade eden, muhatabın takdirini kazandıran ve hayran bırakan eserlerdir. Mehmet Akif, Batı’ya giden gençlerin “edep” ve “edebiyat” kelimelerinin ihtiva ettiği manalara sahip “edip” kişiler olarak yurda dönmelerini ve kendi memleketini marifet yuvasına döndürmelerini istemişti.

Yine onun şu dizeleri, ilim elde etmek üzere dış ülkelerde bulunan her Türk evladının kulağına küpe olması gereken nasihatlerdendir:

 

“Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz; Sade, garbın yalnız ilmine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin, Gidin üç yüz senelik ilmi tez elden edinin!” (Safahat, “Asım”, s. 495)

 

Eğitimde otoritenin önemini belirtmekle birlikte Mehmet Akif’in çocuk eğitiminde dikkat edilmesini istediği noktalardan biri de eğitim sürecinde fiziki şiddete başvurulmamasıdır.

 

Ona göre hata yapan öğrenciye nasihat edilmeli ve yerine göre tekdir de edilmelidir; ama asla fiziki müeyyidelere başvurulmamalıdır. Aksini yapanlar hakkındaki görüşünü babasının arkadaşı ve talebesi Köse İmam’la konuşurken şöyle dile getirir:

“Sanki dövsem ne yaparsın? Hocayız biz, döveriz… Gül biter aşk ile vurduk mu…

– İnandım, caiz.

– Pek cılız çıktı bu “caiz.” Demek imanın yok?

– Dayak “Amentü”ye girdiyse benim karnım tok. Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında!

– Hele!

– Öyle olsaydı, şu karşıdaki yalçın kelle,

Fark olunmazdı Kızanlık’taki güllüklerden! (Safahat, “Asım”, s. 403)

 

Akif’in eğitim anlayışının bir başka yönünü ümitsizliğe karşı duruş oluşturmaktadır. Onda ümitsizliğe yer yoktur. İmansız olanlar, ancak ümitsizliğe kapılırlar. Allah’a imanla, ümitsizliğin bir arada olması mümkün değildir.

 

“Bari evladına merhametin olsun, bak neler söylüyor: Doğar doğmaz “yaşamak yok size!” dediler; dünyayı mezarlık bilerek beşikten eşiğe indik. Bize asla hiçbir ses hayatı telkin etmedi. Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes, bize ümitsizliğin bulanık ruhunu zerk etmeye baktı. Melun aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı! Beyinlerde “Devlet batacak!” çığlığı, millette beka hissi ezdi. “Devlet batacak!” çığlıkları gençliği öldürdü; kımıldamaya hâl bırakmadı. “Batacaktır.” demeseydik, ufuklarına binlerce tehlike yüklenseydi bile bu devlet batmayacaktı. Yeter ki, sen uluyan yeisi gebert, azmi uyandır, batmazdı, hayır batmadı, hem batmaya- caktır. Gençliği canlandırmaya azıcık bir iman kâfi gelir. Ümitleriniz harekete geçerse, mahrumiyetler olmaz. Geçmişteki acıları, sızıları susturmaya başla; evladına bir ümit gücü aşıla; Allah’a dayan, çalışmaya sarıl, hikmetlere itaat et, tek yol budur, başka çıkar yol yoktur.”

Mehmet Akif, eğitim verecek kişilerin ka- rakterinin eğitime etkisinin olacağının farkında bir aydındı. Meselâ, anne merhametinin kolay istismar edilebileceğini biliyor ve annenin çocuğun ev dışındaki davranışlarını takipte yetersiz kalacağından endişe ediyordu. Bu yüz- den Mısır’da olduğu dönemde hem Emin hem de onun küçük kardeşi Tahir ile alakalı olarak eşine de ayrıca mektuplar yazmış, çocukların eğitim etkinliklerinin takibi için arkadaşı Fuad Şemsi İnan’a yetki verdiğini ve ona hiç müdahale etmemesini tembihlemişti. Bununla eği- timin tutarlı bir disiplin içinde yürümesi için sorumluluk yüklenen eğitimcilerin yetkilendirilmesinin önemine de işaret etmiştir.

 

Akif’e göre ilim ve fen öğreten kişiler, ken- dilerinde var olan özellikleriyle mensubu oldukları toplumu eğitecek, onlara rehberlik ve yol göstericilik yapacaktır. Muallim kavramı onun için sadece ders veren, okuma yazma öğreten kişi olmayıp;

“Muallimim diyen olmak gerektir imanlı: Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı…

Bu dördü olmadan olmaz, vazife çünkü büyük.” dizelerindeki gibidir.

 

Aynı Akif’in, bizim yüksek tahsilli memur- larımızla Bulgarlar memurlarını kıyasladığını görürüz ve orada bizim memurlarımızın halkı eğitme konusunda haktan koptuklarını belirttiğini okuruz:

“Bizde vazife hissi yok. Onlar ise vazifelerini yaptıktan başka fedakârlıklar da gösterdiler. Benim evvelce Edirne vilayeti içinde memuriyetim vardı. Ara sıra Bulgaristan’a geçerdim. Köylerde heriflerin ne kadar çalıştıklarını gözümle gördüm.

 

Hatta bir kere köyün birinde çarıklı bir Bulgar gördüm. Çoban zannettim. Lakin azıcık konuştuktan sonra pek yaman buldum. Darülfünun (üniversite) mezunu olduğunu öğrendim. Bakınız, yüksek tahsil görmüş bir herif, çoban kıyafetine giriyor da köylüleri irşat ediyor (aydınlatıyor). İşte düşmanlarımız böyle çalıştılar. Biz ne yaptık? Hiçbir şey. Bundan sonra da yapmazsak, yaşamak yok.”

Akif’in şiirlerinde okullara, mekteplere ba- kış da şöyledir:

“Şu cehlimizle musibet mi kaldı uğramadık? Mahalle mektebi lazım, düşünmeyin artık. Mahalle mektebi olsaydı bizde vaktiyle,

Ya uğrasaydı kalanlar güzelce tadile

Yarım pabuçla gezen donsuz üç buçuk zibidi Bir Arnavutluk’u isyana kaldırır mı idi?” dizeleriyle Akif, mahalle mekteplerimizi

(ilkokulları) yayamadığımızı ve temel eğitimi sağlayamadığımızı dile getirir. Akif bu birliktelik sağlanamadığı için ‘üç buçuk zibidi’nin halkı isyana teşvik ettiğini de söylüyor.

 

Bu noktada yine Akif’in dikkat çektiği üzere, okullarımızda teorik bilgiden çok pratiğin önem arz ettiğini görüyoruz:

 

“Nazariyata boğulmakla geçen ömre yazık!/ Ameli kıymetidir kıymeti ilmin artık!”

 

İnsana hizmet etmeyi hayat gayesi edinen vatan şairini, Mithat Cemal şöyle tasvir eder:

“Boğaziçi’nde yüzme yarışı kazanan, Ça- talca’da güreşen, Veli Efendi Çayırı’nda adım atlayan, İbnü’l-Farız’i ezbere bilen, Dağıstanlı Hoca ile Kitabü’l-Kamil’i hasbıhal eden, Musa Kazım Efendi ile Bedreddin’in Varidat’ını okuyan, sonra Emile Zola’nın romanlarında insan yığınlarını idaredeki kudretini seven… Bu kadar değil, Halkalı’da ineklerin karnından trocart ile su alan, aruzun orkestrasyonunu yapan Akif, kendi kendine kaldığı zaman nısfiye de üflüyordu.”

 

Mehmet Akif’in eğitim yolunda en derin izi İstiklal Marşı ile bıraktığını ve Türk halkını bugün bile eğitmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Bağımsızlığın sembolü olan bayrağın, onun temsil ettiği hürriyetin ve şehit kanlarıyla alınan vatan toprağının değerini vurgulamaktadır bu eser ile. Bu değerli vatana çelik zırhları ile saldıran Batı’nın karşısında inançla direnmeyi, vatanı hiçbir alçağa çiğnetmemeyi tem- bihlemektedir Akif. Ecdadın kan ve canını feda ederek emanet ettiği bu vatanı gerektiğinde canını feda ederek sahiplenmeyi öğütlemektedir. Türk milletinin mutluluk nişanı olan bayrağın dalgalanmasıyla ve ezanların inlemesiyle mümkün olacağını hatırlatmaktadır. Bununla hâlâ Türk halkına ders vermektedir. Onun İstiklal Marşı vesilesiyle dilediği istiklali Türk halkı sonuna kadar hak etmiştir.

 

Eğitimdeki sorunlara dikkat çeken Akif, sa- dece sorun tespiti yapıp bir kenara çekilmeyip olumsuzlukların reçetesini de sunuyor elbette. Ona göre, bizleri bu durumdan kurtaracak en önemli ilaç; doğru, gerçekçi ve yararlı, her şeyden önemlisi hayatı öğreten eğitim anlayışıdır.

 

Sonuç olarak; İslâmî temelleri ihmal etme- den modern eğitime de öncülük yapan Mehmet Akif, insanî değerlerle yaşayıp medeniyete katkı sağlamanın eğitimle mümkün olduğuna inanmıştı.

 

Bu yüzden hayatını insanları eğiterek dünya ve ahiret mutluğuna hazırlanmayı kutsal vazife bilerek yaşamıştı. Hayatını, yediden yetmişe Türk halkının gerçekleri görmesine yardımcı olmaya adamıştı.

 

Kendinden sonraki “Asım’ın Nesli” gençliğe yol göstermeye çalışmıştı. Bu çabaların karşılığında biz gençlere düşen vazife; Akif’i doğru anlamak ve Akif’çe yaşamaktır.

 

İlk eğitim ailede başlar: “Evlatlarını ahlaki temellerle eğiten milletin geleceğinin ne olacağı bellidir, bu nesil ancak muzaffer olacaktır!” Asım’ın kişiliğine ait tüm özellikler iki kudrette toplanmaktadır: Fazilet ve Marifet. Fazilet; karakteri, huyu, ahlakı ve imanını kapsar. Marifet; eğitim öğretim, bilgi birikimi, beceri ve tecrübeyi kapsar. Akif marifetimizi geliştirmemiz için Batı’yı kayıtsız şartsız taklit etmeden, onun sadece ilmi ve tekniğini alıp değerler süzgecimizden geçirerek uygulamaya dökmemiz gerektiğini söyler. Önemli olan sahip olduğumuz faziletin zedelenmemesidir. Toplumu bir ağaca benzeten Akif’in, derin köklerimizin sağlam olduğuna inancı tamdır. Önemli olan öz yitirilmeden modernleşmektir.

 

Bu süreçte “Asım’ın Nesli” Batı ve Doğu arasında köprü vazifesi görecek ve böylelikle üç yüz yıl boyunca geri kalınan ilim hızla kazanılacaktır. Safahat’ın altıncı kitabında, ismi, fiziği, zihni ve içtimai kimliğiyle portresi çizilen Asım, hiç şüphesiz Mehmet Akif’in davasını, birey, toplum ve ümmet adına gerçekliğe kavuşturacak ideal toplumun yapı taşıdır.

 

Sonuç olarak Akif, Safahat’ın temeline koyduğu İslâm anlayışı ile ideal toplumunu tasavvur eder. Bu tasavvur için ortaya koyduğu fikirleri dakikalarca konuşabiliriz; ama Akif şu iki dize ile bize asıl formülü vermektedir:

“Allah’a dayan saye sarıl, hikmete ram ol,

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”

 

Başka yerlerde aramaya heveslenmeyin, çünkü taklit ile hareket etmek işe yaramaz. Yükselecek olan bir millet o çareyi kendi bünyesinde bulmalıdır. Batı’nın ilmini ve terakkisini alın, çalışmanıza da son hızını verin; çünkü artık bunlar olmadan yaşamak imkânsızdır ve ilimle tekniğin milliyeti yoktur. Fakat daha önce de söylediğim gibi unutmayın ki bütün yenilikleri öğrenip benimserken ve herkesten daha ileri giderken kılavuzunuz kendi ruhi değerleriniz ve millî ruhunuz olsun, çünkü o kılavuz olmadan başkalarının peşine takılıp onları taklit ederek selamete erişmeyi ummak boşunadır.

 

Her daim bize bir asır önceden dahi ışık olmaya devam eden güzel insan Mehmet Akif Ersoy’un zihnindeki Batıcılığı gerçekleştirmek ve Asım’ın neslini tam da bu düstur üzerine;

 

Milli şairimizin şu güzel sözleriyle sözü tamamlamak isterim:

“Kim demiş Avrupa insanı medeni

Ne edep var ne hayâ, çırılçıplak bedeni Eğer medeniyet açıp saçmaksa bedeni Desenize hayvanlar bizden daha medeni.”

 

Sen, ben, öteki diyecek bir vakit kalmamıştır. Ne büyüksün ki Akif, ardında bıraktığın miras ne beş on yıllık, ne de bir ziyan safsatadır. Ardında bıraktıkların bir millete asırlarca yetecek sonsuz bir nimet, tükenmez bir umut kaynağıdır. Yarattığın ruhu müdafaa etmek, biz Asımların boynunun borcudur. Rahat uyuyasın mezarında, ardında şanla ve şerefle yazıl- mış bir tarih bıraktın. Bu millet senin ve senin gibilerin ışığında daima zafere koştu ve koşmaya devam edecektir. Ve ne mutlu ki sana ardında yüreği imanla dolu bir milletin duasıyla Rabbin huzurundasın. Korkma Akif! Allah’ın huzurunda zafer senindir ve ardından edilen en büyük dua, yine sendendir ancak:

 

“Bir dileğim var ölürüm isterim Yurduma tek düşman ayak basmasın Türk eriyiz silsilemiz kahraman Müslümanız Hakk’a tapan Müslüman Âmin desin hep birden yiğitler

Allahu ekber gökten şehitler

Millet için etti mi ordum sefer Kükremiş arslan kesilir her nefer Döktüğü kandan göğe vursun zafer Toprağa bir damlası boşa akmasın

Ey ulu Peygamberimiz neredesin

Gel! Bana yar ol ki cihan titresin Kimse dönüp süngüme yan bakmasın Âmin desin hep birden yiğitler

Allahu ekber gökten şehitler

Âmin! Âmin! Allahu ekber!”

 

Mehmet Akif Ersoy, II. Abdülhamid dönemini, II. Meşrutiyet’i, Balkan Savaşlarını, Millî Mücadele günlerini ve Cumhuriyet’in kuruluşunu görmüş ve bu dönemleri gözlemleyip şiirleştirmiştir. Akif, sadece şair olmakla kalmayıp Balkan Harbi’nde hutbeye çıkıp imam olmuş, Millî Mücadele’de vekil olup il il gezmiş, düşman Ankara’ya yaklaştığı dönemde;

 

“Benim öldüğüm yerde oğlum da ölecek” diyebilen vatanına toprağına o kadar bağlı bir insandır. Mehmet Akif Ersoy, devlet yapısını kişiler üzerinde tutup devletin menfaatleri ne gerekiyorsa onu yapmıştır. Almanya ve Necid Çöllerine seyahatleri bunu göstermektedir. Akif, Millî Mücadele döneminde halkın tedirgin olduğu günlerde mücadelenin ölüm-kalım mücadelesi olduğunu, şahısların değil toplumun mücadelesi olduğu anlatmış ve bu yönde halkı yönlendirmiştir.

Akif, toplumcu bir şairdir, edebiyatı süs olarak kabul etmez. Yaşadığı dönemde aç olan bir millete lirik şiirler yazmak yerine, onları bilinçlendirmeyi ve onları tembellikten harekete geçirecek yazılar ve şiirler yazmayı tercih eder. Akif, İslâmcılık ideolojisinde önemli bir yeri teşkil etmiş, inandığı İslâm için çalışmıştır. Döneminde Türkçülük ve Batıcılık akımlarıyla karşı karşıya kalsa da fikri mücadelesini devle- tin zarar görmemesi hassasiyetiyle yürütmüştür.

 

 

Mehmet Akif hem kendi dönemindeki insanlara eleştiriyle yön verir hem de günümüz problemlerine ışık tutar. Hayatını Millî Mücadele’ye adamış bir şahsiyetin gözünden olayları anlamaya çalışmak bizlere farklı ufuklar açar. Kader ve tevekkül konusunu Akif’in bakış açısıyla anlamaya çalışmak bizler için büyük kazanımlara vesile olur. Sabır, azim ve doğru bir tevekkül anlayışı ile vatan şairi olan Akif İslâm’a farklı bir pencereden bakar. Söylediklerinin yanı sıra hâl ve yaşayışı ile de bizleri etkiler. Bu etkiye vakıf olabilmek için Akif’i Akif yapan değerleri iyi kavramalıyız. Ancak bu sayede millî şairi daha iyi tanıyıp objektif değerlendirmeler yapabiliriz.

 

 

Mehmet Akif, toplumsal sorunları gün yü- züne çıkararak bu sorunlara deva arayışı içerisine girmiştir. Tespit ettiği çözümleri, sorunlarla birlikte eserlerine yansıtmıştır. Bu eserler o döneme ve günümüze ışık tutmuş, geleceği inşa edecek olan bizlere miras olarak kalmıştır. Bizler bu mirasa sahip çıkarak yaşadığımız dönemi aydınlatmalıyız. Tüm bu anlatılanlardan sonra şöyle bir soru sorulabilir: “Eğer Mehmet Akif yaşasaydı; bugün hangi toplumsal sorunları ele alırdı?” Cevap olarak söyleyebileceğimiz şu ki: Akif’in o dönem için ele aldığı problemlerin büyük bir kısmı bugün de geçerli olduğundan aynı konuları dönemin şartlarına göre tekrar ele alırdı. Günümüz için ayrıca işle- yeceği konu içinse; “kavramların içinin boşalması ve gittikçe kaybolan maneviyat” diyebiliriz. Sözcüklerin kendi taşıdığı kavramlardan uzaklaşarak farklı anlamlarda ve gereğinden fazla abartılarla kullanılması sonucu özden uzaklaşma meydana geliyor. Çoğu kelime, taşıdığı anlam artık yaşantımızda karşılık bulamadığı için değersizleşmeye mahkûm bırakılıyor. Bugün değerli olarak kabul ettiğimiz kelimeler genellikle karşımızdaki kişinin kolayca tatmin olmasını sağlayan süslü kelimeler oluyor. Bu tür kelimelerle insanlar düşüncelerini size kolayca kabul ettirebilirler. Bu durum bazen bir dalgınlık anında, bazen de belirli bir süreç içerisinde meydana geliyor ve geldiği gibi hayatımızın her alanında büyüyerek beraberinde yeni sorunlara da yol açıyor. Belki de bizler bu problemler yüzünden sağlıklı düşünemeyen, dolayısıyla yeni fikirler ortaya koyamayan bireyler hâline geliyoruz. Bunun sonucunda da benliğimizden uzak düşüncelere yöneliyoruz. Fikrî anlamda başlayan bu özden uzaklaşma, zamanla maddi alanlara da yayılıyor. Örneğin;

her yerin kat kat betonlarla doldurulması sonucu oluşan ruhsuz yapılar, şehrin insansız kalmasına yol açıyor. Akif, Safahat’ında şöyle der: “İnsan ki onun ruh ile insanlığı kaim.” Şehirler de böyledir. Her şehrin kendine özgü bir ruhu vardır. Biz bu özgün ruhu koruyamadığımız gibi bir de zarar veriyoruz. Huzur bulduğumuz mekânlar gün geçtikçe azalıyor.

 

Akif, İstiklal Marşı’nda dört kez milletim, iki kez ırkım kelimelerini kullanmıştır. Kendisi Arnavut olduğu hâlde, ırk kelimesini kullanmaktan neden kaçınmamış diye düşünmüyor değiliz.

 

Akif in ırktan kastettiği biyolojik köken olarak Türk ırkı değildir. Irk kelimesi, 1942 yılında Türk Dil Kurumu sözlüğüne girerek bu günkü anlamıyla kullanılmaya baş- lanmıştır. Bu yüzden Akif’in dönemindeki ırk kavramı ile bugünkü ırk kavramının taşıdığı mana farklıdır, aynı anlamı ifade etmemektedirler. Akif’in zihin dünyasında ise ‘uzak ve yakın geçmişteki ecdat’ manasındadır. Bu ecdat Akif e göre, Kürt olan Selahattin Eyyubilerin de Fatihlerin de Osmanların da içinde bulunduğu bir köktür, bu yüzden şöyle söyler Akif:

“Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal”

Akif günümüzde belli kılıflara sokularak değerlendirilmektedir; milli şairdir, İslâm şairidir gibi. Bu gibi tanımlamalara Akif in ihtiyacı yoktur. Bu tanımlamalar onu ne büyütür ne de küçültür; Akif Müslüman bir insan olarak doğru bildiği yoldan gitmiş, içinde bulunduğu cemiyeti, müntesibi bulunduğu dinin müterennimi olmuştur. Onun mücadelesi millî, manevi şahsiyetlerimizin korunması içindir.

 

21. yüzyılda keşke hiç kimse haksızlık kar- şısında susmasa, herkes hakkı tutup kaldırsa… Keşke herkes, Akif’i okuyup anlasa…

 

Değerli Dostlar!

 

Üstad Mehmet Akif’in Kur’an meali çalış- masına baktığımız zaman, üzerinde farklı yorumların yapıldığını ve birçok fikrin olduğunu görüyoruz. Tarihî perspektif, anlatılan ve yaşananlara baktığımızda ciddi bir birikimin olduğunu, Diyanet İşleri Riyaseti ve Meclis nezdince yapılan görevlendirmeleri Akif merhumun, adeta “rica minnet” kabul ettiğini, mesuliyetin- den dolayı istemeyerek de olsa Kur’an mealini çalışmaya başladığını biliyoruz. Üstadın, İstanbul’un işgaliyle birlikte fikirlerini özgürce ifade edemediğini belirtmesi, polis takibinin yapılması gibi durumlar kendisini sıkıntıya sokmuş ve ardından bu süreç Mısır’a göç ile sonuçlanmıştır. Mısır’da yapmış olduğu tercüme çalışması esnasında rahatsızlanan Akif, meali hakkında; “hangimiz önce bitecek, o mu ben mi” demiş ve hastalığının ilerlediğini bildirmiştir.

 

Akif 17 Aralık 1929 tarihli mektup ile Kur’an mealinin bittiğini dostlarına bildirmiş, tashih ve tebyizini yapmakta olduğunu söylemiştir.

Ancak 05 Ocak 1931 tarihinde Eşref Edip Bey’e yazmış olduğu mektupta meali göndermekten vazgeçtiğini bildirmiş, hatta Elmalılı Hamdi Efendi’ye tercüme işini devredeceğini bildirmiştir.

 

Bu bağlamda baktığımız zaman -genel kanaate göre- Akif merhumun yapmış olduğu Kur’an meali çalışmasının noktalandığını, temize çekme aşamasına gelip tashih ve tebyize başladığını, sonrasında ise ülkemizde meydana gelen Türkçe ezan ve ibadet uygulamaları do- layısıyla bahse konu Kur’an mealini yayımlamaktan vazgeçtiğini söyleyebiliriz.

 

Her insan doğar, büyür ve ölür. Mühim olan ardında ebedi bir eser bırakmaktır. Mehmet Akif Ersoy her Türk insanının ezbere bildiği ve asla unutmayacağı bir eser bırakarak adını ölümsüzleştirmiştir.

 

Bu millet Mehmet Akif Ersoy gibi bir şaire bir daha sahip olamaz elbet. Bu yüzden, Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın. Mehmet Akif Ersoy’un ölümünden sonra ona dair onlarca kitap yazıldı, anma törenleri düzenlendi, hâlâ daha düzenlenmekte…

 

Mehmet Akif Ersoy Türkiye’nin gelmiş, İslam aleminin geçmiş en yetenekli şairlerinden biridir. İstiklal Marşı’nı okurken tüyleri ürpermeyen, o vatan sevgisini damarlarındaki kan gibi içinde hissetmeyen elbette yoktur. Hayattayken kıymeti bilinmemiş olsa da şimdi onun değerini ve yokluğunun meydana getirdiği büyük boşluğu derinden hissediyoruz. Yaşarken Mehmet Akif’e ve onun ardından emaneti olan evladına sahip çıkılmaması hepimizin ayıbıdır. Onlardan özür diliyoruz. Ve Mehmet Akif Ersoy’a bu dünyadan geçtiği ve bize İstiklal Marşı’nı bıraktığı için teşekkürlerimizi, minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

 

Mehmet Akif’in eğitim yolunda en derin izi İstiklal Marşı ile bıraktığını ve Türk halkını bugün bile eğitmeye devam ettiğini söyleye biliriz. Bağımsızlığın sembolü olan bayrağın, onun temsil ettiği hürriyetin ve şehit kanlarıyla alınan vatan toprağının değerini vurgulamaktadır bu eser ile. Bu değerli vatana çelik zırhları ile saldıran Batı’nın karşısında inançla direnmeyi, vatanı hiçbir alçağa çiğnetmemeyi tem- bihlemektedir Akif. Ecdadın kan ve canını feda ederek emanet ettiği bu vatanı gerektiğinde canını feda ederek sahiplenmeyi öğütlemektedir. Türk milletinin mutluluk nişanı olan bay- rağın dalgalanmasıyla ve ezanların inlemesiyle mümkün olacağını hatırlatmaktadır. Bununla hâlâ Türk halkına ders vermektedir. Onun İstiklal Marşı vesilesiyle dilediği istiklali Türk halkı sonuna kadar hak etmiştir.

 

Eğitimdeki sorunlara dikkat çeken Akif, sa- dece sorun tespiti yapıp bir kenara çekilmeyip olumsuzlukların reçetesini de sunuyor elbette. Ona göre, bizleri bu durumdan kurtaracak en önemli ilaç; doğru, gerçekçi ve yararlı, her şeyden önemlisi hayatı öğreten eğitim anlayışıdır.

 

.Sonuç olarak; İslâmî temelleri ihmal etme- den modern eğitime de öncülük yapan Mehmet Akif, insanî değerlerle yaşayıp medeniyete katkı sağlamanın eğitimle mümkün olduğunaSonuç olarak; İslâmî temelleri ihmal etmeden modern eğitime de öncülük yapan Mehmet Akif, insanî değerlerle yaşayıp medeniyete katkı sağlamanın eğitimle mümkün olduğuna

inanmıştı. Bu yüzden hayatını insanları eğiterek dünya ve ahiret mutluğuna hazırlanmayı kutsal vazife bilerek yaşamıştı. Hayatını, yediden yetmişe Türk halkının gerçekleri görmesine yardımcı olmaya adamıştı. Kendinden sonraki “Asım’ın Nesli” gençliğe yol göstermeye çalışmıştı. Bu çabaların karşılığında biz gençlere düşen vazife; Akif’i doğru anlamak ve Akif’çe yaşamaktır

 

(Anadolu Mektebi Mehmet Akif Okumaları”Hilal Berru Özyön,Bir medeniyet adamı olarak Mehmet Akif ‘in Eğitim Anlayışı , sahife 317-322) Akif’i Anmak Asım’ı Yaşamak”

Bildiriler Kitabı ,Mayıs 2018 Baskı-Burdur)

 

Mehmet Akif öldüğünde hakkında yazı- lanlar öyle küçük bir hatırlama fasiküllerine sığacak ölçekte değildi. Çoğu kitap olacak boyutta idi. En lirik tespiti Hüseyin Cahit Yalçın yapmıştı: “Mehmet Akif’in hayatı, eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir…”

Değerli Dostlar!

“Niyet Hayır Akibet Hayır Olur.”

İnşaallah.

Kalın sağlıcakla

21.09.2020-Ankara

Adnan Yılmaz

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL