Bazı sözler vardır, duymuşsunuzdur ama ancak canınızın en derin yerinde sızı duyduğunuz bir anda tam anlamıyla yerleşir yüreğe… Bugün bir kez daha çarptı suratıma bu söz:
“Karnının doymayacağı yerde açlığını belli etme.”
Ne büyük söz. Ne ağır ders. Ne derin bir hayat kılavuzu.
Eskiden dert dediğin şey, sadece omuza değil, gönüle bırakılırdı. Bir tas çorbayı paylaşırken, bir sır da usulca sofraya serilirdi. Şimdi ise aynı çorbayı içerken, karşıdan bakıp içindeki ekmeğin sayısını tutan gözler var. Aynı sofrada tok görünen ama kalbinde zehir taşıyanlar…
Bir zamanlar dost bildiklerin, şimdi adeta şekil değiştirmiş gibi. Gülüşleriyle sarmalarken seni, arkadan sinsice kıvıran diller… Menfaatin olmadığı hiçbir ilişki ayakta durmuyor neredeyse. Ne acı…
Şimdi kimseye dert anlatamaz olduk. Çünkü dert anlatınca dua değil, dedikodu başlıyor. Gönlümüzü açtığımız kişiler, oradan topladıklarıyla kalbimizi hançerliyor. En güvendiğin, sırdaş bildiğin, bir gün bakıyorsun ki birileriyle oturmuş, senin en kırılgan yanlarını meze yapmış kahkahasına. Ve sonra karşına geçip hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Yüzünde pişmanlık değil, pişkinlik taşıyor.
Eskiler “Düşmana bile tokum de!” demiş. Bu sadece kibarlık değil, aslında bir korunma biçimiymiş. Şimdi daha iyi anlıyoruz. Çünkü günümüzde insanın en zayıf anını bilen, onu en iyi vuracak olan oluyor.
Bakın, bir rivayet vardır… Derler ki Hz. Ali’ye sormuşlar:
“Kaç dostun var?”
O da demiş ki:
“Bilemem, çünkü henüz başıma bir felaket gelmedi.”
Ne güzel sözdür. Ne çok şey anlatır…
Dostluk, felaketin aynasında tanınır. Kim var, kim yok, kimmiş gerçek, kimmiş sahte; işte o zaman belli olur. Ama ne yazık ki artık bu sınavı geçecek çok az insan kaldı. Çünkü en yakınımızda gördüklerimiz, artık en uzaktan hançerleyenler oluyor.
Bir söz daha gelir aklıma:
“İnsanın düşmanı dışarda değil, içerdeyse…”
İşte o zaman savaş meydanı evin içidir, ofisin köşesidir, dost sofrasıdır…
Bugün güvenin yerini kuşku, sadakatin yerini fırsatçılık aldı. Artık kimse kimseyi olduğu gibi sevmiyor, ya menfaatine göre seviyor ya da işine geldiği kadar katlanıyor. Samimiyet yok, rol var. Dostluk yok, çıkar ortaklığı var.
O yüzden…
Karnının doymayacağı yerde açlığını belli etme.
Kendini anlatma, derdini yayma, sırrını dökme…
Çünkü anlatırsan, seni çözmüş olurlar.
Çözen, yöneten olur.
Ve en sonunda seni senden ederler.
Şunu unutma:
Bazen konuşmamak, anlatmamaktan değil; güvenmemekten olur.
Ve bazen susmak, kaybetmek değil; aslında kazanmaktır.
Kalem bu satırları yazarken, belki de her okuyan birini anımsayacak. Belki bir “ah” diyecek, belki bir gözyaşı süzülecek yanaktan… Ama ne olursa olsun, her satırın bir karşılığı olduğunu biliyorum. Çünkü bu devirde en büyük yalnızlık, insan kalabalığı içinde güvenecek kimse bulamamaktır.
Ve işte bu yüzden;
Karnının doymayacağı yerde açlığını belli etme.
Çünkü bazı sofralarda ekmek değil, ihanet paylaşılır…
REMZİ HAYTA YAZDI
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)