“Mazlumun ahı yerde kalmaz; zalim er ya da geç kaybeder. İnsan olmak her gün yeniden kazanılan bir şereftir; peki biz bu sınavda başarılı mıyız?”
“Küçük dağları ben yarattım” diyenlere Anadolu’dan bir hatırlatma!
Bizim buralarda bir söz vardır: “Eğri otur, doğru konuş.” Ne kadar doğru! Bakıyorum da bugünlerde insanlar eğrisiyle oturuyor, ama doğruluk konuşmanın yanından bile geçmiyor. İnsan olmak, bir zamanlar buralarda bir hazine gibi saklanırdı; şimdi ise bir yük olmuş sanki. Vicdanını kaybedenler, empatiyi unutanlar, gözünün gördüğünden başkasına kör olanlar dolmuş etraf. İnsanlık, para pul uğruna tarumar edilmiş.
Büyüklerimiz ne derdi? “Parayı cebine koy, kalbine değil.” Ama gel de anlat şimdiki insanlara! Bir gariban el açsa yardım ister, dönüp bakmaz. Depremde yerle bir olan yuvalar, enkaz altındaki canlar unutuldu, ama fırsatçılıkla katlanan kiralar dilden düşmüyor. Biz, insan olmayı bir kenara bırakıp “ne kazanırım” derdine düştük. Sahi, ne zaman bu kadar gaddar olduk?
Anadolu’nun Kadim Sözü: İnsan İnsanla İnsan Olur
Anadolu’nun her taşı, her toprağı bir hikâye anlatır. Eskiler der ki: “Dağ başını duman alır, insan yüreğini vebal…” Bugün, bu sözleri söyleyen o bilge insanlar, mezarlarında ters döner. Çünkü kimse vebalden korkmuyor artık. Ne komşunun aç kalması, ne mazlumun hakkı yenmesi kimseyi ilgilendirmiyor. Oysa bizim kültürümüzde, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diye buyurmuş bir Peygamber’in ümmetiyiz. Hani nerde bu anlayış?
Bir çocuğun gözyaşı akarken, bir annenin ocağı sönmüşken, sen nasıl bu kadar rahat uyursun? Öyle ya, “Açtırırsan mahkemeyi, kapatamazsın hakikati…” Bugün kimse o mahkemeden korkmuyor gibi.
Deprem Hepimizi Eşitledi, Ama İnsanlık Notunu Düşürdü
6.Şubat’ın o kara gününde, bu topraklar büyük bir sınav verdi. Deprem geldiğinde zengin fakir dinlemedi; herkesi eşitledi. Ama enkazdan kalkarken gördük ki, insanlık hâlâ eşit değil. Evini açan da vardı, kirayı üçe katlayan da. Bir tas çorbasını bölüşen de çıktı, depremzedelerin üzerinden rant devşiren de. İşte o gün anladık: İnsan olmak ne kadar zor bir meseleymiş!
Düşünsenize, Anadolu’da bir vakitler şöyle denirdi: “Bir tas çorbayı üç kişi içeriz; biri tanrı misafiri, biri komşu, biri biz.” Şimdi ise, herkes kendi tasının dibini kazıyor. Nerde kaldı o misafirperverlik, o paylaşma ruhu? Hangi ara bu kadar yabancılaştık birbirimize?
Bir Hikâye: Mazlumun Ahı, Arşı Titrer
Anadolu’nun rivayetleri çoktur; ama biri var ki, tam bugünlere ayna tutar. Bir köyde zengin bir adam varmış, köylüyü sürekli borca sürükler, toprağını elinden alırmış. Bir gün, borç batağına düşen bir ihtiyar, çaresizlikten zenginin kapısını çalmış:
“Evladım, şu borcu biraz ertelesen, kış günü perişan olduk.”
Ama zengin adam kahkahalarla cevap vermiş:
“Benim işime karışma, sen ahiretini düşün!”
O ihtiyar, ellerini göğe açıp şöyle demiş:
“Ya Rab, beni fakir yarattın ama onurumu alma. Mazlumun ahını yerde bırakma!”
Rivayete göre, o zengin adamın işleri birkaç yıl içinde ters gitmiş, malları elden çıkmış, kendi borçlu olmuş. İşte bugün, hâlâ aynı hikâyenin içindeyiz. Mazlumun ahı yerde kalmaz; zalim olan da er ya da geç kaybeder.
Hatırlayın, İnsanlık Kazançtan Öte Bir Şeydir
Bu yazıyı yazarken, 43 yıllık meslek hayatımda gördüğüm onlarca hikâye aklıma geliyor. Herkes kendini haklı zanneder, ama hakikat başka bir yerde gizlidir. İnsanlık, sadece kazanmakla değil, kazandığını paylaşmakla büyür. Anadolu bize hep bunu öğretti. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diye büyüdük. Ama artık eller tek başına, herkes kendi cebinin derdinde.
sözüm şu: “İnsan olmak, her gün yeniden kazanılan bir şereftir.” Eğer bir gün vicdanını kaybettiysen, empati yapmayı bıraktıysan, mazlumun derdi seni ilgilendirmiyorsa, insanlığın rafa kalkmış demektir. Bugün birbirimize dönüp sormalıyız:
“Sen hâlâ insan mısın?”
Son olarak Anadolu’dan bir dua ile bitireyim:
“Allah bizi insan olarak yarattı, insan gibi yaşamayı ve insan gibi ölmeyi nasip etsin.”
Unutmayın, her şey gelir geçer, ama iyi insan olmak baki kalır.
REMZİ HAYTA YAZDI
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)