Değerli Dostlar! Cumanız mübarek olsun! Başın Sağolsun Türkiyem! Şehidlerimizin Ruhları Şad,Mekanları Cennet Olsun.Vatan Sağolsun… Bildiğiniz üzere ; 2021’in, İstiklal Marşı’nın yazılmasının ve TBMM tarafından kabul edilmesinin 100. yılı olduğuna dikkat..
Değerli Dostlar!
Cumanız mübarek olsun!
Başın Sağolsun Türkiyem!
Şehidlerimizin Ruhları Şad,Mekanları Cennet Olsun.Vatan Sağolsun…
Bildiğiniz üzere ;
2021’in, İstiklal Marşı’nın yazılmasının ve TBMM tarafından kabul edilmesinin 100. yılı olduğuna dikkat çekilerek önergeyle İstiklal Marşı’nın Kabul Edildiği Günü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü Hakkında Kanun’a bir geçici madde eklenmesi suretiyle 2021 yılının İstiklal Marşı yılı olarak ilan edilmesinin öngörüldüğü ifade edildi. Gerekçede, şunlar kaydedildi:
“Kanuna eklenmesi öngörülen geçici maddeyle Milli Mücadele’nin başlangıcının ve TBMM’nin açılışının 100. yılının akabinde, İstiklal Marşı’nın kabul edilmesinin 100. yılına denk gelen 2021 boyunca düzenlenecek özel etkinliklerle İstiklal Marşı’nın anlam ve öneminin hatırlanması, ayrıca İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy’un ve kurtuluş mücadelemizde görev alarak Türkiye’yi bize vatan kılan şehit ve gazilerimizin yad edilmesi amaçlanmaktadır.”
Bu itibarla; Bu günkü yazımızda,
Asım’ın Nesli’ ne bir kez daha yer vermek
sorumluluğumuz , bu Aziz millete, vatana borcumuzdur,diye düşünmekteyiz…
Şöyleki;
Milli Şairimiz, Milletin Sesi Mehmet Akif Ersoy’un Safahat adlı Destansı Eserin(Külliyatın) altıncı kitabı ‘ Asım’ dır.
Âsım, Mehmed Akif’in ustalık dönemi eseri olan uzun şiiridir. 1919 Eylülünden itibaren 1924 Ağustosuna kadar Sebilürreşad’da yarıya yakın kısmı parça parça yayınlanmış olan eserin kitap halinde ilk baskısı 1924’tedir.
Şiirde, ülkeyi kurtaracak, ileriye götürecek gençlik timsali olarak bilgili, ahlâklı ve erdemli bir genç olan Âsım ve nesli konu edilmektedir.
Âsım’ın bazı bölümleri Mehmed Akif’in en çok okunan, ezberlenen şiir parçalarıdır. Bunlardan “Çanakkale Şehidlerine” diye bilinen bölüm ile “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem” mısralarının yer aldığı manzumeler en çok bilinenlerdendir.
Birinci Dünya Savaşı’nın bizim için önemli olduğu kadar bütün dünya tarihi için önemli olan bir sahnesi, Çanakkale ve Çanakkale’de savaşan gençlik Mehmed Akif’in esas konusudur.
Millî şairimiz, bu kitabında bir gençlik modeli ve projesi ortaya koymaktadır.
Aklı fikri yerinde, bilgili, müspet bilimlere hâkim ama maneviyatı da kuvvetli ahlâklı bir gençlik.
Bu gençlik, fizikî gücünü manevî gücüyle birleştiren “bütün insan” demektir.
XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl başları Osmanlı imparatorluğu için, Batılıların paylaşma yönündeki arzularını kabartan kara bir dönemdir.
Nitekim, İmparatorluk topraklarının bir kısmı Batılı sömürgeciler tarafından paylaşılmıştır.
Türk’ün elinde kalan son vatan parçasını da alabilmek için Batı bütün gücü ile Çanakkale’ye saldırmıştır.
Acılar birbirini izlemektedir. Türk insanı ümitsiz ve şaşkındır. Halk yokluk, kıtlık, açlık ve sefalet içindedir.
Milletini ve vatanını seven önderler bu sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel bunalıma bir çare aramaktadır.
Hürriyet duygusuna sahip her insan bir arayış içindedir.
Akif de milletini ve ülkesini seven bir düşünür, bir sanatçı, bir önder ve bir sosyal bilimci olarak toplumun bu durumundan haliyle etkilenmiş ve çözüm yolları aramıştır.
Ülkenin çeşitli yerlerini dolaşarak halka felaketin nedenlerini ve kurtuluşun yollarını anlatmış, milleti istiklal için mücadeleye çağırmıştır.
İşte bu şartlar içinde yaşayarak yoğrulan Akif, Asım şiirini bu dönemde ve bu şartlar içinde kaleme almıştır.
Akif, geçmişin “değerleriyle bezemiş” olduğu Asım’ını geleceğe “bir meş’ale gibi” uzatmış, ihtişamlı bir geçmişe “en mükemmel hasletleriyle” donanmış ve gelecek için ümit vaad eden yeni bir ideal tipi inşaa etmeye çalışmıştır.
Asım, Akif’in oluşturmak istediği yarının ümidi ideal Türk gençliğidir.
O, gelecek güzel günleri ve idealdeki gençliği sembolize eder.
Bu nesil göğsündeki sarsılmaz imanıyla Çanakkale’de son gücüne kadar namusunu çiğnetmemek için düşmanla mücadele etmiştir:
Ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı sadece fiziki gücüyle değil aklıyla da mücadele eden Asım’ın inancı tamdır.
Şaire göre gelecek güzel günlerin sahibi olan bu nesil, aynı zamanda Türk-İslam âlemini tutup kaldıran nesil de olacaktır.
Akif, milletin içinde bulunduğu durumdan şikâyetçidir.
Çalışmak dururken yan gelip yatan kişileri anlamamakta ve kıyasıya eleştirmektedir.
Bu topraklarda yaşayan herkes bu topraklara olan borcunu ödemelidir.
Akif, Osmanlı Devleti’nin zaferlerle dolu parlak mazisine özlem duyar.
Hâlin kötü olması, onun sürekli geçmişe yönelmesinin başlıca sebebidir.
Çünkü Ertuğrul, Osman, Orhan, Süleyman Paşa, Selim, Yıldırım ve Bayezid gibi büyük devlet adamları yetiştiren bu millet, şimdi sahipsizdir:
“Nerde Ertuğrul’u koynunda büyütmüş obalar?
Hani Osman gibi, Orhan gibi gürbüz babalar?
Hani bir şanlı Süleyman Paşa? Bir kanlı Selîm?
Âh, bir Yıldırım olsun göremezsin, ne elîm!
Akif’in yakın dostu ve arkadaşı Süleyman Nazif, Asım hakkındaki duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirmektedir:
“Asım asrımızın gelecek asırlara tahsis edilmiş bir hediyesi bir heyecan selamıdır.
Frenkler derler ki: Kuğu kuşu en cazip ve can alıcı şarkılarını ölürken söyler hayata veda edermiş.
Bunun gibi en güzel şiirini can verirken vücuda getiren şairin son eserine “Kuğunun şarkısı” derler.
‘Asım’ bir ıstırap içinde kıvrana kıvrana can veren altı yüz senelik bir devrin Akif’in dehasının yarattığı bir kuğu şarkısıdır.
Milletimiz bitmez tükenmez felaket ve zayiat karşısında ağlarken, Kudret-i İlahi ona bu lahuti şiiri borcuna karşılık olarak bahşetti.
Tuna’nın yetim kıyılarından Umman’ın öksüz sahillerine kadar hükmünü yürütmüş bir devrin ihtişamlı batışı, her şeye rağmen “Asım’ın sayfalarında müebbeden görünecek”
Mehmet Kaplan, Asım’da bir de gelecek üzerinde durulduğunu gelecekte toplumun kimin tarafından kurtarılacağının söz konusu olduğunu;
Ziya Gökalp’in Kızıl Elma’daki Ayhan’ım tipi ve Fikret’in Haluk tipi gibi Akif’in de bir ideal tipin modelini çizdiğini ve bir ideal tip olan Asım’ın bedenen ve fikren “marifet ve faziletle” donatılmış olarak toplumun geleceğini kurtaracak nesil olduğunu ifade etmektedir.
Sezai Karakoç, Asım’ın Nesli’nin savaş içinde olağanüstü bir duruma yükselen bir nesil olduğu gibi barış zamanında da “aynı başarı, üstünlük ve fazileti gösterecek geleceğin nesli” yeni “bir kuşak özlemi” olduğunu dile getirmektedir.
Karakoç, “şimdiki zaman” şairi olan Akif’in bu şiirinde şimdiki zamanın “kendini aşarak geleceğe” ulaştığını;
geleceğin de şairin özlemiyle şimdiki zamana geldiğini “böylece şiirin çift katlı bir zaman dokusu” kazandığını ifade etmektedir.
O, kelimenin tam anlamıyla bir inkılâpçıydı.
Avrupa hayranı, Paris gecelerinin ışıltısından gözleri kamaşmış tipler elin tersiyle itilmeliydi. Kimlik ve kişiliğin ana kaynağı ise insanın diniydi. Dini rayından çıkaranların anlattığı medrese zorbalarının dayattığı din değil bizzat Kur’an’ın ferman ettiği dine candan ve gönülden sarılmaktan başka çare yoktu.
müspet ilim bütün yöntemleri ve sonuçlarıyla elde edilmeliydi.
Bunu elde etmenin yolu Avrupa’ya gitmek orada tahsil etmek ise bu yapılmalı oradan bilim ana vatana getirilmeliydi.
Mehmet Akif; Bu yeni nesil her bakımdan mükemmel bir insan tipolojisi ile betimleniyordu.
Ütopik değildi. Çanakkale savaşının destanını yazan kahramanlar simgesel bir anlatımdan fazlasıydı.
O ruhu kaybetmemiş nüveden yepyeni bir nesil ortaya çıkabilirdi. İşte İstiklal savaşını başlatan, kazanan ve Türkü kendi küllerinden yeniden doğuran güç buydu.
Mehmet Akif, geçmişin bütün kirlerinden temizlenmiş, ama geçmişiyle bağını sağlam kurabilmiş;
Bu yeni Nesle “Asım’ın Nesli” demişti. Safahat’ın altıncı kitabın adıdır.
Asım manzumesi dört kişi arasında geçen bir konuşma tarzında kaleme alınmıştır. Bu dört şahıs;
1) Hocazade. ki babası Müderris Mehmet Tahir Efendiye izafeten Akif’in kendisi
2) Emin.Hocazade’nin –dolayısıyla Mehmet Akif’in- oğlu.
3) Köse İmam. Mehmet Tahir efendinin öğrencilerinden biridir. Cemiyet meselelerine vakıf, onların çözümü için uğraşan, oldukça okumuş bir imamdır.
4) Asım. Köse imamın oğludur.
Olay Akışı; “Köse imam Hocazadeyi evinde ziyaret etmektedir. Konuşmalar iki samimi dostun şakalaşmaları ve latifeleriyle başlar.
Günlük konuların içinde memleketin hâli kapkara ümitsizlikle kuşatılmış insanların acıklı durumlarını konuşmakla gelişir.
Bu konuşmalarda geçen tespitler :
Köse İmam, oğlu Asım’dan şikâyetçidir. Hocazadeye yakınmaktadır.
Asım bir savaş gazisidir.
Çanakkale kahramanlarındandır.
Savaş dönüşü İstanbul’da hiç ummadığı bir manzara bulur.
Savaşın doğurduğu felaketlerden istifade eden türediler çıkmıştır.
Ahlak bir çöküntü halindedir.
Sarhoşlar ve kumarbazlar işret ve rezalet içinde yaşamaktadırlar.
Asım bu gördüklerine kaba kuvvetle tepki göstermeye başlamıştır.
Şiddete başvurmaktadır.
Savaşın sefalete sürüklediği zavallılara, biçarelere, mazlumlara kaybedilen haklarını geri vermeye zalimlerle bilek gücünü ortaya koyarak mücadele etmeye çalışmaktadır.
Babası Köse İmam bu gidişten endişelidir.
Hocazadenin Asım üzerindeki etkisini bildiğinden ondan Asım’a nasihat etmesi ricasında bulunur.
Hocazade ise Asım’dan yanadır.
Ona hayrandır.
Hatta daha da ilerisi Asım’da memleketin geleceğinin emanet edilebileceği bir gençliğin ışığını görmektedir.
Hocazadenin bu görüşlerine Köse İmam babalık şefkatiyle katılamamaktadır.
Asım’ın birkaç arkadaşıyla birlikte Babıâli’yi basmak fikrinde olduğunu söyler.
Bu sırada Asım çıkagelir. Babası Köse İmam gider. Sahnede Hocazade ve Asım kalmıştır.
Hocazade Asım’a nasihat eder. Ona gençlik heyecanını, vatanseverliğini, idealistliğini böyle harcamamasını söyler.
Vatanın kurtuluşunun çalışmaya ve bilimsel ilerlemeye bağlı olduğunu tekrar eder.
Avrupa’ya giderek orada tahsil yapmasının daha doğru olduğunu anlatır. Oradan bilimi getirmelidir.
Batılının bu yükselişi bilime bağlıdır. Onlar artık bitmeyen enerjilerin peşinde koşmaktadır.
Asım; Avrupa’ya tahsil yapmaya gitme konusunda ikna olur.
Asım manzumesinin son mısraları şöyledir:
“… yazık hâlâ biz dünkü ilmin bile bigânesiyiz cahiliyiz
Yarının ilmi nedir? Hâlbuki gayet müthiş
Maddenin kudret-i zerriyesi uğraştığı iş
O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek
Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek”
Akif; Asım manzumesini, Asım’ın Kurtuluş Savaşının başlamasıyla Avrupa’dan geri gelişi, İstiklal Savaşına katılması ve İstiklal Savaşını bütünüyle konu alan bir destanla devam ettirmek istemiş fakat bu niyetini gerçekleştirmeye ömrü yetmemişti.
Birinci bölümüyle yani yazılmış kısmıyla Asım aslında yine bir destan niteliğindedir.
Akif’in bütün şiirlerine hâkim vatan sevgisi, İslam ve iman aşkı, hürriyet tutkusu Asım manzumesinde mısra, mısra şahikasına yükselmektedir.
İşgal edilmiş, parçalanmış, perişan, bitkin, yenik ve yorgun cemiyete bir kudret bir enerji aşılamaktadır.
Hatta o kara günlerin hüzün ve yeis dolu tablosunu hayat kazanmış ebedilik kazanmış kelimelerle gözlerimizin önüne sererken bile insanları olması gereken yere çağırmakta haykırmaktadır.
Edebiyatımızda bunun örneğini bulmak zordur.
Eski divanlarımızdan tutun da bugüne gelebilmiş her örnekte böyle hakka, hakikate, hürriyete, istiklale tek kelimeyle insanlığa çağıran bir eser bulabilmek çok zordur. Edebiyatın –kendi ifadesiyle- mescitleşen meyhane, mihraplaşan saki, şarap kokusu, kadın ve behimi zevklerin cirit attığı sayfalarının arasında “Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir Davransana el de senin baş ta senindir” Diye bir çığlık duyuyorsak, durmak ve dinlemek zorundayız.
Asım manzumesinin Çanakkale Şehitlerine yazılmış harikulade bölümündeki kahraman Asım, belirli bir kişi olmaktan çok soyut ve gaye haline gelmiş bir fikir, memleketin ufkunu aydınlatacak onu esaretin zilletinden hürriyet ve istiklalin şerefine yükseltecek olan bir çözüm bir formüldür. Eğitilmesi ve mutlaka ulaşılması gereken ideal gençliktir.
Köse İmam çizilen kara tablo için şöyle diyor:
“-Şimdi oğlum kızacaksın ya boş ne desen
Bu rezalet beni meyus ediyor atiden
Hele baktıkça adam kahroluyor elde değil
Bizi kim kurtaracak var mı ki başka nesil
-Asım’ın nesli Hocam
-Nerde
-Hayır haksızsın
-Asım’ın nesli diyorsun ya ne uzun boylu hayal
-Asım’ın nesline münkad olacak istikbal”
İşte istikbalin bağlı olduğu Asım’ın Neslinin mahiyet ve hüviyetini şair bize Asım’ı anlatarak gösteriyor.
Asım, şeklen ve bedenen sıhhatlidir, sağlamdır, kuvvetlidir. Onun dış görünüşünde adalelerinde heykelleşen bir heybet vardır.
“Ne büyük hilkat o Asım ne muazzam heykel
Onu bir şi’r-i hamaset gibi ilham-ı ezel
Sana sunduysa açıp ruhunu teşrihe çalış”
Asım görünüşündeki bu heybet ve azametin kaslarındaki gücün ve kudretin tam zıddına çok ince duyguludur, yumuşaktır, rikkatli ve merhametlidir.
“Dalgalandıkça içinden taşan iman denizi
Dökülen hisleri gör incilerin en temizi
Gövde yalçın kayadan abide lakayd-ı ecel
Sanki hiç duygusu yok fakat bir de ruhuna gel
Onu ifrat ile rikkat hani etsen ta’mik
Bir kadın ruhu değildir belki o kadar rakik”
Asım bilgilidir, okumuştur, irfan sahibidir.
“Sonra irfanı için söyleyecek söz bulamam
Oğlanın bildiği öğrendiği her şey sağlam
Boyun dehşetli evet, beyni de lakin zinde
Kafa enseyle beraber gidiyor seyrinde”
Asım; şahsiyetlidir, âlicenaptır, fazilet sahibidir.
Asım çok kuvvetli olmasına “savleti hiç kuvvet tanımaz” olmasına rağmen vücutça kendinden çok iri cephe arkadaşıyla güreşir ve yenebilecekken yenmez onu. Sebebini şöyle açıklar:
“Yenemezmiş onu bir kere değilmiş dengi
Bir de biçare adam pek mutaazzım şeymiş
Kahrolurmuş kederinden tutarak yenseymiş”
Asım bir kahramandır.
Çanakkale savaşının kahramanlarındandır.
Diyor ki şair: “Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek”
Asım; Çanakkale’de bombaları göğsünde söndüren, Huda’nın ebedi yurdu göğsünden düşmanın geçmesine izin vermeyen kahramandır.
Cephe gerisinde ise vatanın hâline ağlamasını bilmediği gibi utanmaz suratında gülmemesini beceremeyen, mahalle karanlıktayken toplanıp sandıklar dolusu gazyağını israf eden, halkın acısını paylaşmak yerine içki içip sarhoş olan bir de üstelik nara atan sarhoşa haddini bildirecektir.
Ramazan’da sigarasını yakıp babasının yüzüne dumanını üfleyen soysuza gerekli dersi verecektir.
Şecaat sahibidir. Şairin Asım’dan beklediği hasletleri ise hem yine Asım Manzumesinde hem de diğer şiirlerinin bazı mısralarında teksif edilmiş olarak bulmaktayız.
Geleceğin temelleri geçmişi bilmekle olur. “Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?” diye soruyor Akif ve
“Donanma ordu muzafferen yürürken ileri
Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri” mısralarında, mazi için özlemini, sahipsiz vatanda duyduğu hüznü anlatıyor:
“Bu diyarın hani sahipleri dersin cinler
Hani sahipleri der karşıki dağdan bu sefer
Nerde Ertuğrul’u koynunda büyütmüş dağlar
Hani Osman gibi Orhan gibi gürbüz babalar
Hani bir şanlı Süleyman Paşa bir kanlı Selim
Ah bir Yıldırım olsun göremezsin ne elim
Bugün artık biri yok hepsi masal hepsi yalan
Bir onulmaz yaradır varsa yürekte kalan”
Fakat tarihin bilgisi maziye uzanan köklerin övüncünde tehlikeli bir nokta vardır. Mazinin övüncünü ninni gibi uyumaya vesile yapmamak.
“Fakat mefahir-i ecdadı anlatan ana tel
Bakılmayıp da asırlarca kalmada mühmel
Ya büsbütün sağır olmuş ya öyle paslanmış
Ki hangi perdeye vursan çıkan tel yanlış
Bugün uyuşturuyor ninnilerle ahfadı”
Mehmet Akif’in bütün meselelere bakışı, çözümü, terkip ve tahlili “din” noktasındandır.
Asım için ortaya koyduğu her hususiyet kökleri dinde olan dallardır.
Kahramanlık, ilim ve irfan sahibi oluş, şecaat, vatanperverlik ve faziletlerin tümü dinden kaynaklanır.
Bunların zıddı olan her şey ise tembellik, korkaklık, cehalet, soysuzluk ve esaret ise dinden sapmanın dinden uzaklaşmanın bir sonucudur. Şöyle diyor şair:
“Ah o din nerde o azmin o sebatın dini
O yerin gökten inen dini hayatın dini
Müslümanlık mı dedin tevbeler olsun ne demek
Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp görenek
Hani Kurandaki ruhun şu heyulada izi
Nasıl İslam ile telif ederiz kendimizi”
Esaretin zincirleri milletin boynuna dolanmıştır. Sırtlanlardan daha vahşi batılının saldırışına ters bir tevekkül anlayışı ile kendini teslim etmek üzeredir. Dalgın ve yorgun, teknolojide geri, bu yüzden cahil ve ne yapacağını bilmez şaşkındır.
Bu milleti uyandıracak onun içindeki iman ateşini tutuşturacak, karanlıkları yırtacak, zilletten, esaretten, cehaletten kurtaracak nesil, Asım’ın neslidir.
Onu da bekleyen tehlikeler vardır. Bu tehlikeleri de şairin bazı mısralarında yoğunlaşan keskin, acı, çıplak gerçekler ve bu gerçeklerin kelimelerden çığlıklar haline gelişinde görüyoruz. Egoizm, menfaatçilik, aptal ve ahmakça sadece kendini düşünmek, en basit ve giderilmesi en tabii ihtiyaçlarını bile bir gaye hâline getirmek.
Mehmet Akif bütün bunları çürüyüşün ve yok oluşun ilk basamağı sayıyor ve Asım’ın Neslini beyne çakılan çiviler gibi şu mısralarla uyarıyor.
“Kurt uzaktan bakar dalgın görürmüş merkebi
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi
Lakin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek
Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek
Kâr sayarmış bir tutam fazla ot yutmayı
Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı
Bu hakikattir bu şaşmaz bildiğin üsluba sok
Halimiz merkeple kurdun ayni asla farkı yok
Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaydındayız”
Bu boğaz kaydından daha ilerisi yaşamak uğruna ölmeyi göze alamamak ölmemek için her türlü alçalışa razı olmaktır.
“Hayat uğruna istihfafa şayan görmedik hüsran
Gebersin tekmeler altında razı tek çıkmasın can”
Boğaz derdine düşmekten, ölmemek için her türlü alçaklığa razı olmaktan da kötüsü vardır. Gelecekten ümidi kesmek. Ye’se düşmek. Gücünü hareket kabiliyetini kaybetmek.
Bir ferdin dolayısıyla bir toplumun düşebileceği en kötü uçurum budur ve bunun tek çaresi vardır; çalışmak, çalışmak, çalışmak.
Ye’sin karşısında azme sımsıkı sarılmak, tembelliğin karşısında çalışmaya tutunmak gerekir. Ve bu duygu kişinin öz benliğinde insan olması hasebiyle zaten mevcuttur.
“Ey yolda kalan yolcusu Yelda-yı hayatın
Göklerde değil yerde değil sende necatın
Telkini hayat etmedi asla bize bir ses
Yurdun ezeli yasası baykuş gibi herkes
Ye’sin bulanık ruhunu zerk etmeye baktı
Melun aşı bir nesli uyuşturdu bıraktı
Batmazdı bu devlet batacaktır demeyeydik
Batmazdı hayır batmadı hem batmayacaktır
Tek sen uluyan ye’si gebert azmi uyandır
Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol”
Çalışmak yeis bataklığından kurtulabilmenin tek şartıdır. Çalışmak, didinmek, nasıl olabiliyorsa öyle yapmak, gerekiyorsa haykırmak fakat susmamak ölüm sükûnetinde boğulmamak azmi bırakma alçaklığına düşmemek.
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak
Âlemde ziya olmasa halk etmelisin halk
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk
Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun
Ümmide sarıl sımsıkı seyret ne olursun
Hüsrana rıza verme çalış azmi bırakma
Feryat ile kurtulması me’mul ise haykır”
Ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül gelir. Çalışmaya başlamadan tevfikin, yani başarının hesabını yapmak yanlıştır.
Kişiye düşen çalışmaktır. Başarmak ise sonradan gelir. Mehmet Akif Köse İmama şöyle diyor:
“Amma kul ne ile mükellef hoca tevfik ile mi?
Hiç değil, sa’y ile, tevfik o Huda’nın keremi
Sarıl esbaba da çık, işte tarik işte refik
Ne vazifen senin olurmuş olmazmış tevfik
Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter
Bin çalış ömründe gayen için bir kazan yeter”
Akif bütün meseleyi iki kelimede formüle ediyor. Birincisi fazilet, ikincisi marifet. Asım’a:
“Çünkü milletlerin ikbali için evladım
Marifet bir de fazilet iki kudret lazım
Marifet ilkin ahaliye saadet verecek
Bütün esbabı taşır sonra fazilet gelerek” diyor. Marifet bütün ilimlerde ilerlemek, batının sadece teknolojisini alarak kendimizin yüzyıllara varan kültür birikimine sahip çıkmak. İlmi sadece yazılmış eserlerden kuru bilgiler bir iki mana çıkarmaktan ibaret zannetmenin yanlışlığını, bu anlayışın insanı hiçbir yere götüremeyeceğini, batılılarla aramızdaki üç dört yüz senelik farkın en kısa yoldan kapatmanın tek çaresinin ilme sarılmak olduğunu anlatmak Akif’in bütün şiirlerinin bariz vasfıdır.
Ve Akif şöyle diyor:
“Medresen var mı senin bence o çoktan yürüdü
Hadi göster bakayım şimdi de İbn-i Rüştü
İbn-i Sina neden yok nerde Gazzali görelim
Hani Seyyid gibi Razi gibi üç beş âlim
Belki on şerhe bakıp bir kuru mana çıkaran
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dinin hâlâ
İhtiyacaatını kabil mi telafi asla
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”
Milletlerin hayatının fertlerin hayatıyla kıyaslanamayacağı kaidesince Mehmet Akif’in şiirleştirerek anlattığı gerçekler ve düsturlar elan yürürlüktedir ve bir vakıa olarak ortadadır. Bir tarafta batının ahlaksızlığını aynen kopya edenler.
Her karış toprağı şehit kanıyla dolu bu aziz vatanın üzerinde tepinenler. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da göğsünde bombaları söndürerek bize bu cennet vatanı bırakanların daha kanları soğumadan mirasyedi gibi har vurup harman savuran sorumsuz soysuzlar diğer tarafta hürriyet ve istiklalin manasını tarihin şuurunu, imanı ve İslam’ı anlama çaba ve gayretinde, ilim irfan fazilet yolunda bir nesil. Akif’in beklediği özlediği nesil. Asım’ın nesli…
Son söz olarak diyelim ki Allah, Mehmet Akif’e rahmet eyleye; ülkemizde Asım’ın neslini örnek alan gençlerimizi çoğalta, geleceğimizi, geçmişimizden hayırlı eyleye…
(Bu özet;Milletin Sesi Mehmet Akif Ersoy ,Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı 2020 yılında yayınlanan‘ adlı kitabımızdan alınmıştır.)
‘Niyet Hayır, Akibet Hayır’
Olur.İnşaallah.
Kalın sağlıcakla…
05.03.2021-Ankara
Adnan Yılmaz
Adnan Bey…Yüreğinize kaleminize sağlık, Asımın Nesli ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.Allah razı olsun.