Köşe Yazısı

“Bir Tas Çorbayı Paylaşan Millet, Bir Selamı Çok Gördü”

Oysa biz, soğuk bir gecede yıkıntılar arasında birbirine sarılan insanlardık…
Şimdi bir selamı bile birbirimizden esirgiyoruz.
Para hırsı, yalan, iftira…
Vicdanlar taş kesildi, kalpler unuttu

“Bir Tas Çorbayı Paylaşan Millet, Bir Selamı Çok Gördü”

Bir zamanlar insanlar birbirine “nasılsın” derdi, içten derdi.
Şimdi öyle bir hale geldik ki, biri halini hatırını sorsa bile korkar olduk “Acaba neden sordu?” diye.
İnanın, şu devirde insanın insanla derdi, depremden pandemiden beter hale geldi.

Ben 45 yıldır bu memlekette kalem oynatırım, gördüm çok şey ama şu son beş altı yılda gördüklerim beni ömrüm boyunca unutamayacağım bir derse çevirdi.
Rabbim bize iki büyük tokat attı; biri pandemiyle, biri 6 Şubat depremiyle.
Belki de “Ey kulum, ayıl artık” demek istedi.
Ama biz yine de anlamadık.
Kırılan kalplerin, yıkılan evlerin, susuzluğun, bir tas çorbanın kıymetini gördük, yaşadık, ama üç gün geçmeden yine unuttuk.

Pandemide İnsan, İnsandan Kaçtı

Hatırlayın…
O maskeli günleri, o sokakları…
Evladına sarılamayan anneleri, babasının elini öpemeyen çocukları…
Aynı evde yaşayıp da birbirine hasret kalan insanları…
Sofralar ayrı kuruldu, yemekler ayrı yendi, göz göze gelmeden günler geçti.
Bir nefesin bile ne kadar kıymetli olduğunu, bir öksürüğün insanın yüreğini nasıl titretip korkuya çevirdiğini o zaman anladık.
Ama ne oldu?
Pandemi biter bitmez yine birbirimize düşmeye başladık.
O gün dua eden eller, bugün iftira yazan parmaklara dönüştü.
Rabbim bize “Bir nefesin bile emanet” dedi, biz yine malın, mülkün, hırsın derdine düştük.

Depremde Herkes Eşitti

6 Şubat sabahını unutamam…
O sabah sadece binalar değil, milyonlarca yürek yıkıldı.
Kiminin evi, kiminin sevdası, kiminin çocukluğu toprağın altına gömüldü.
Yıkıntılar arasında insanlar birbirini ararken, kimsenin kim olduğunun, hangi partiden, hangi mezhepten olduğunun önemi kalmadı.
Bir tas sıcak çorbanın etrafında toplananlar arasında zengin de vardı, fakir de.
O gün herkes eşitti.
Bir millet, tek bir yürek olmuştu.
O gün, yollarda durdurup arabasından ekmeğini, suyunu paylaşan Anadolu insanını gördüm ben.
O gün, yıkıntılar arasında “Allah’ım sen büyüksün” diyerek birbirine sarılan insanları gördüm.
O gün, umutla doluyduk…
Ama o umut da üç beş ay dayanabildi.

Depremden sonra, enkazdan çıkanların bir kısmı malını kaybettiğine ağladı.
CHP Milletvekili Veli Ağbaba bana dönüp “Remzi gardaş, senin kafan rahat, malın yok, derdin yok.” dedi.
O gün düşündüm:
Evet, bazen mala sahip olmamak, insanın kalbini koruyor.
Çünkü o gün milyonluk arabalar, devasa villalar yerle bir oldu.
Ama bir tas çorba, bir yudum su, bir battaniye her şeyden kıymetli hale geldi.
Demek ki zenginlik neymiş, o gün anladık.
Ama ne yazık ki o da çabuk unutuldu.

Bugün Herkes Birbirinden Kaçıyor

Bugün bakıyorum da, insanlar yine eski hallerine döndü.
Para hırsı almış başını gidiyor.
Yalan, iftira, dedikodu…
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Kimin gülüşünde samimiyet, kimin selamında kin var, anlayamıyoruz.
Birine yardım etsen “menfaati var” derler, etmesen “nankör” derler.
Birine selam versen “neden verdi” derler, vermesen “küstü” derler.
Yani ne yapsan suç, ne yapsan yanlış.

İnsanlar artık birbirini değil, birbirinin düşmesini bekliyor.
Birinin ayağı taşa takılsa, “Oh, ben demedim mi?” diyen çok.
Ama el uzatıp kaldıran yok.
Her evin içinde bir hesap, her zihnin içinde bir yalan senaryo dönüyor.
Kimse kimseye güvenmiyor artık.

Rivayet Derler Ya…

Rivayet edilir, bir köyde yaşlı bir amca her sabah dua edermiş:
“Allah’ım, bugün kimseye zarar vermeden akşamı etmemi nasip et.”
Bir gün köyün gençlerinden biri sormuş:
“Dede, neden hep böyle dua ediyorsun?”
Yaşlı adam şöyle demiş:
“Evladım, insan en çok kötülüğü bilmeden yapar. Bazen dilinle, bazen susuşunla, bazen de ilgisizliğinle… O yüzden her sabah dua ederim; ya hayır konuşayım ya susayım, ama kimsenin kalbini kırmayayım.”

İşte biz bu duayı unuttuk.
Artık kimse kimsenin kalbini önemsemiyor.
Kalp kırmak sıradanlaştı, helalleşmek lüks oldu.
Herkes haklı, kimse hatalı değil…
Ama bu haklılık içinde insanlık kayboldu.

Bir Hatırlatma Gibi Olsun Bu Yazı

Ben bu satırları yazarken içim dolu, gözüm yaşlı.
Çünkü biliyorum ki, bu yazıyı okuyan birçok insan kendi hayatından bir parça bulacak.
Belki pandemide kaybettiği bir yakını, belki depremde yitirdiği bir evi, belki de son zamanlarda yitirdiği güveni hatırlayacak.
Ama bilsinler ki, hâlâ geç değil.
Hâlâ birbirimize sarılabiliriz, hâlâ bir selamın, bir tebessümün, bir tas çorbanın kıymetini bilebiliriz.
Yeter ki içimizdeki o insanı yeniden diriltelim.

Rabbim bize o günleri gösterdi ki unutmayalım…
Ama biz çok çabuk unuttuk.
O yüzden diyorum ki:
İnsanoğlu, eğer başın ağrımasın istiyorsan, uzak dur şu yalanlardan, şu sahte dostluklardan, şu menfaat bağlarından.
Yoksa bir gün, en büyük depremi vicdanında yaşayacaksın.

Bir milletin büyüklüğü, binalarının yüksekliğiyle değil; vicdanının derinliğiyle ölçülür.
Biz binalar yaptık ama gönül yapmayı unuttuk.
Yıkılan duvarları yeniden ördük ama kırılan kalpleri onarmadık.
Eğer insanlığımızı geri istersek, önce birbirimizi affetmeyi öğrenmemiz gerek.
Çünkü hayat, bir nefes kadar kısa;
ama iyi bir insan olmanın bedeli, bir ömür boyu hatırlanmak kadar uzun.

“Rabbim, bizi tekrar bir felaketle uyandırma.
Bizi vicdanla, merhametle, insanlıkla ayılt.” Amin….

REMZİ HAYTA YAZDI 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL